Görsel-İşitsel Yöntem Nedir? Gücün, İdeolojinin ve Katılımın Yeni Dili
Bir siyaset bilimci için her şey “görünürlük” ve “duyulabilirlik” meselesidir. Güç, sadece uygulanmaz; aynı zamanda temsil edilir, duyulur, izlenir ve içselleştirilir. Görsel-işitsel yöntem, tam da bu temsil alanında —yani algının siyasallaştığı noktada— devreye girer. Toplumun neyi gördüğü, neyi duyduğu ve nasıl yorumladığı, sadece medya tekniklerinin değil, iktidar ilişkilerinin de bir sonucudur. Peki, bu yöntem yalnızca bir eğitim aracı mıdır, yoksa modern siyasal düzenin sessiz ideolojik aracısı mı?
Görsel-İşitsel Yöntemin Tanımı: Duyular Üzerinden İktidar
Görsel-işitsel yöntem, bilgi aktarımında görüntü, ses, müzik, film, simge ve anlatının birlikte kullanıldığı bir iletişim biçimidir. Bu yöntem, sadece bilgiyi değil, aynı zamanda değerleri, inançları ve ideolojik kalıpları da aktarır. Siyaset biliminin gözünden bakıldığında bu, bir “pedagojik strateji” olmaktan çıkar, bir hegemonya aracı hâline gelir. Çünkü bireyler gördükleriyle ikna olur, duyduklarıyla yönlendirilir.
Bir ulusun marşı, bir liderin konuşması, bir seçim kampanyasındaki video ya da bir film sahnesi… Hepsi görsel-işitsel yöntemin iktidar kurma biçimleridir. Söz artık yalnızca konuşmacıya değil, ekrana, mikrofona ve estetik tercihlere de aittir. Bu, Antonio Gramsci’nin “rızanın üretimi” kavramının güncellenmiş halidir: Görsel-işitsel araçlar, rızayı yalnızca kelimelerle değil, imgelerle üretir.
Kurumlar ve İdeolojik Altyapı: Görmenin ve Duymanın Politikası
Devletler, medya kurumları ve eğitim sistemleri, görsel-işitsel yöntemi uzun süredir bir iktidar mekanizması olarak kullanmaktadır. Okullardaki belgeseller, kamu spotları, liderlerin görsel performansları, hepsi ortak bir işlev görür: Vatandaşın nasıl düşüneceğini değil, nasıl hissedeceğini şekillendirmek.
Bu yöntem, ideolojiyi soyut bir düşünce olmaktan çıkarır, somut bir deneyime dönüştürür. Vatandaş sadece “düşünmez”, aynı zamanda “izler” ve “duyar”. İşte tam bu noktada, ideoloji duyusal bir deneyime dönüşür; politika bir duygu mühendisliği haline gelir. Soru şu: Günümüz vatandaşları gerçekten seçmen midir, yoksa iyi kurgulanmış bir görsel anlatının pasif izleyicileri midir?
Erkek ve Kadın Perspektifleri: Gücün ve Katılımın Estetiği
Siyaset tarihine bakıldığında, erkek egemen iktidar yapılarının görsel-işitsel araçları genellikle “stratejik temsil” amacıyla kullandığı görülür. Erkek bakışı, görsel düzeni kontrol etme, anlamı yönlendirme ve sembolik gücü merkezileştirme eğilimindedir. Liderin sahneye çıkışı, ses tonunun gücü, kürsüdeki jestleri; tümü otoritenin estetik inşasının parçalarıdır.
Buna karşılık, kadın merkezli siyasal iletişim daha çok demokratik katılım ve toplumsal etkileşim ekseninde gelişir. Kadınlar, görsel-işitsel araçları ikna değil, paylaşım amacıyla kullanır. Bu nedenle feminist siyaset, sesin yükseldiği değil, çoklu seslerin duyulduğu bir alan yaratmaya çalışır. Görsel-işitsel yöntem burada artık güç değil, görünürlük ve temsil aracıdır.
Bu iki yaklaşım birleştirildiğinde, siyasal iletişimin geleceği ortaya çıkar: Stratejik gücü olan ama katılımcı duyarlılığı da barındıran bir görsel-işitsel siyaset. Belki de demokrasinin yeni dili, işte bu harmanda gizlidir.
Vatandaşlık ve Yeni Siyasal Estetik
Bugünün vatandaşları artık yalnızca dinleyen değil, içerik üreten, paylaşan ve yorumlayan aktörlerdir. Görsel-işitsel yöntem, vatandaşlık kavramını da dönüştürmektedir. Eskiden vatandaş olmak, seçim sandığında oy vermekti; bugün ise sosyal medyada bir videoyu paylaşmak, bir protesto kaydını yaymak veya bir belgeseli tartışmak da siyasal katılım biçimleridir.
Peki bu dönüşüm, demokrasiyi güçlendiriyor mu, yoksa “görünürlük yanılsaması” mı yaratıyor? Vatandaş gerçekten daha aktif mi, yoksa algoritmalar tarafından yönlendirilen bir izleyiciye mi dönüştü? Görsel-işitsel demokrasi, belki de çağımızın en ironik buluşudur: Herkesin sesinin olduğu bir çağda, kimse birbirini gerçekten duymuyor olabilir.
Sonuç: İktidarın Yeni Sahnesi
Görsel-işitsel yöntem, siyasal iletişimin sadece tekniği değil, ideolojik altyapısıdır. İktidar, artık yalnızca kurumlarda değil; ekranda, ses dalgalarında, montaj odalarında, kamera açıları arasında dolaşmaktadır. Bu nedenle siyaset bilimi, artık yalnızca anayasaları değil, ses tonlarını; yalnızca seçim sonuçlarını değil, kurgulanmış sahneleri de incelemelidir.
Belki de asıl soru şudur: Gerçek iktidar artık kimde —konuşanda mı, yoksa dinleyicinin kulağında yankılanan seste mi?
Bu sorunun cevabı, geleceğin siyasal düzeninin de haritasını çizecektir.